22 Aralık 2010 Çarşamba
Çınar'ımız..
Bugün ailemizin yeni üyesi aramıza katıldı.
Çınar..
3.950 kg, 53 cm
Minicik gözleriyle karşılaştığımızda daha ilk anda sonsuza kadar bağlandığımı hissettim, tıpkı Zara’yı ilk gördüğümde kollarımı ona uzatırken hissettiğim gibi. Mis bebek kokusunu içime çekerken yüreğimin de sonsuz bir sevgiyle dolup taştığını biliyordum.
Karşılıksız sevginin ne demek olduğunu şimdi gerçekten anlayabiliyorum.Ona bakarken gözlerimin nemlendiğini hissediyorum, içim coşkuyla dolup taşarken hep olduğu gibi.
Bu kadar güzel bir bebeğe sahip olduğu için kardeşime imreniyorum ama kıskanmıyorum, çünkü o benim de bir parçam, canımdan, kanımdan..
İlk hareketlerini, ilk adımlarını, ilk sözcüklerini ben de büyük bir mutlulukla izleyeceğim. Elinden tutup birlikte yürüyeceğimiz günleri iple çekeceğim. Güldüğünde benim de yüzüm gülecek, hastalandığında benim de içim acıyacak.
Gözlerimin önünde her gün biraz daha büyüyecek ve köklerini salacak yaşama.
Ve ben onu hep çok seveceğim.
12 Aralık 2010 Pazar
??
bazen gerçek olanlar dokunabildiğin ya da görebildiğin değildir, bazen gerçek olanlar yalnızca hissedebildiklerindir..
16 Kasım 2010 Salı
...
Belli belirsiz anların üstüste yığılmasıyla geçiveriyor zaman, çoğu zaman farkına bile varmadan..
Yine bir Kurban Bayramı.
Yine eski tadından uzak..
Yine bir Kurban Bayramı.
Yine eski tadından uzak..
15 Kasım 2010 Pazartesi
Canım anneannem, huzura kavuştu..
11 Kasım 2010 Perşembe; sonbaharla birlikte bizden de bir yaprak kayıp gidiyor..
Geriye dönüp baktığımda bazı şeyleri özlediğimi hissediyorum, bazı kimseleri..
Böyle olsun istememiştim hiç.
Ama sevdiğimiz her şeyi, her insanı, her an'ı sonsuza dek yanımızda taşıyamıyoruz.
Yaşam böyle birşey işte.
Büyük bir yalnızlık..
4 Kasım 2010 Perşembe
Sicilya: İtalya'nın karanlık atı..
Her ne kadar böyle adlandırılsada, Sicilya’ya adım atar atmaz bunun çok gerilerde kalmış bir efsane olduğunu anlayabiliyorsunuz. İlk fark edildiğinde kızgınlık yaratan ada insanlarındaki rahatlık, denizle içi içe yaşamın getirmiş olduğu rahatlığın da ötesinde. Ama kısa bir süre içerisinde hafiflemenizi ve kendinizi bu güzel adanın sürprizlerine bırakmanızı sağlıyor.
Sicilya ilk günümüzde bizi yağmurla karşılıyor ve neredeyse bir hafta boyunca da bize eşlik ediyor Havaalanının çıkışında, bir köşede kimseden çekinmeden uluorta kağıt oynayan güvenlik görevlileri artık bizi şaşırtmıyor, ne de olsa Sicilya’dayız!!
Catania yakınlarında Acitrezza isimli bir sayfiye yerinde bulunan otelimize yerleşir yerleşmez yağmura aldırmadan kendimi sokağa atıyorum ve etrafı keşfe başlıyorum. Etna’nın püskürmeleri sonucu oluşan volkanik taşlar kıyı boyunca bir şerit oluşturmuş ve her yerde rastlayamacağımız eşsiz bir manzara.
Dolaşırken göze çarpan şeylerden birisi de hemen her yerde görebileceğiniz Trinacria. Sicilya üçgen şeklinde bir ada ve Trinacria’da adanın amblemi haline gelmiş.
Karayolu ulaşımı oldukça gelişmiş ve diğer ülkelere oranla bir hayli ucuz olması açısından bence adayı gezmek için en iyi yollardan birisi araba kiralayıp yanınızda detaylı bir ada haritası ile birlikte yola çıkmak.
Ada düşünüldüğünün aksine filmlerdeki gibi mafyanın merkezi değil ve insanları adanın hala bu şekilde anılmasından oldukça rahatsız; mafyanın artık Roma’da olduğunu söylüyorlar. İngilizce konuşabilen kişi sayısı çok az, ancak oldukça yardımsever olan ada halkıyla birçok konuda el yordamıyla gayet güzel anlaşabilirsiniz. (Ama yol sorma konusunda siz yine de bilen birisini bulun derim)
Zaten büyük depremden sonra ülkenin hemen her yerinde yollar ulaşımı kolaylaştıracak şekilde yeniden yapılmış. Araç kullananların yayalara saygısı da bizim için oldukça şaşırtıcı. Bu konuda birçok Avrupa ülkesinden geri kalır yanı yok.
Etna Catania’ya çok yakın ve mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Hala aktif olduğu için Etna’ya tırmandığınızda hafif sarsıntılarla karşılaşmanız olası; bu da olaya ayrı bir heyecan veriyor. Etna ‘da 1800 m’ye kadar otobüslerle çıkabiliyorsunuz. Daha yukarı çıkmak isterseniz işler biraz zorlaşıyor, zira belirli bir yükseklikten sonra oksijen yetersizliğinden dolayı insanlar hastalanmaya başlıyorlar. 2500 m’ye kadar teleferikle çıkabiliyorsunuz. O yükseklikten sonra ise profesyonel rehberler eşliğinde zirvedeki kraterlere kadar ulaşabilirsiniz. Ama hangi mevsimde olursanız olun, Etna’nın içi alev alev yanarken tepesi karlarla kaplı ve hava kelimenin tam anlamıyla dondurucu. Teleferikle yukarı çıkmak isterseniz yanınıza soğuktan korunmak için yeterli malzeme almayı unutmayın.
Her ne kadar zirveye çıkamamış olsamda, 1.800 metrede, eldivenlerime rağmen parmaklarım donarken, yer yer yükselen dumanlar, zirveye doğru çıkan ve bembeyaz karların arasından kıpkırmızı lavları izleyebilenlerin heyecanını birazcık da olsa anlamamı sağlıyor.
Etna’dan ayrıldıktan sonra, Amerika jet sosyetesinin ve Holywood yıldızlarının yeni gözde mekanlarından birisi olan Taormina’ya uğramamak haksızlık olacaktır. Porta Messina ve Porta Catania kapılarını birbirine bağlayan Corso Umberto caddesinde yürürken ara sokakların keyfini çıkarabilir ya da birbirinden güzel şeyler satan hediyelik eşya mağazalarına uğrayabilirsiniz. Ayrıca bu cadde üzerinde dünyaca ünlü markaların da birer şubesi mevcut. Ancak ben bütün gezilerimde yaptığım gibi alışverişi bir kenara bırakıyor ve ara sokakların tadını çıkarıyorum.
Genellikle merdivenlerle yükselen ara sokaklara girip, eski yüzyıllardan fırlamış gibi görünen şirin yapıları görme şansını bulabilirsiniz. Dikkatli bakıldığında Taormina’nın bir akropolis (yüksek şehir) olarak inşa edildiğini fark edeceksiniz.
Oldukça zengin bir tarihe sahip olan ve bir çok farklı ırktan, farklı kültürden insana ev sahipliği yapmış olan adada Ortygie, Syracusa, Monreal ve şirin balıkçı kasabası Cefalu’da görülmeye değer yerlerden. Küçük, şirin ve diğer yerlere göre nispeten daha sakin olan bu şehirleri gezerken karşınıza çıkan otantik restoranlarda İtalyan mutfağının keyfini çıkarıp, hemen hepsinde bulabileceğiniz ev yapımı şarapların da tadına bakabilirsiniz. Sicilya mutfağı genelde deniz ürünleri, pizza ve pasta çeşitlerinden oluşuyor ve fiyatlar İtalya’ya göre oldukça uygun. Dönerken yanınızda makarna ve pazarlarında bile rahatça bulabileceğiniz peynir çeşitlerinden mutlaka getirmelisiniz.
Bu arada Syracusa’da bulunan Meryem Ana Kilisesi de mimari olarak oldukça ilginç. Vaktiniz olursa mutlaka içine girin derim
Sicilya’da mutlaka ve mutlaka görmeniz gereken yerlerden birisi de kuşkusuz Palermo. Birçok kişiye ve filme ilham veren yer. En sevdiğim fotoğrafçı Henri Cartier-Bresson’a da annesi Palermo’daki tatili sırasında hamile kalmış.. Bu da onun maceracı ve biraz da çapkın yanını açıklıyor sanırım. Benim için güzel bir tesadüf.
Hava yine yağmurlu; kararmış barok yapıların arasında gezinirken, kendimi, yaşadığı tüm trajedileri ve sırlarını içine gömmüş bu şehre izinsiz girermiş gibi hissediyorum. Güzel, aynı zamanda ürkütücü; hüzünlü ama güzel günlerin izlerini de üzerinden atamamış; insanın merakını gıdıklayan bir şehir. Yürürken, kararmaya yüz tutmuş duvarlarına dokunuyor, geçmişinin talihsizliklerini anlamaya çalışıyorum. Filmlerde gördüğüm mekanlarını keşfetmeye çalışırken, birileri tarafından sürekli izlendiğimi hissediyorum; sanki bu şehir ele geçirilmek, tam anlamıyla keşfedilmek istemiyor, sadece kendi istediğini veriyor. Onunla daha fazla savaşamayacağımı anlayarak, sadece ve sadece Palermo’yu keşfetmek için tekrar bu adaya gelmeye karar veriyorum ve bana bıraktığı hüzünleri yanıma alarak şehirden ayrılıyorum.
Hava koşulları nedeniyle çok yakınında olup da gidemediğim şu meşhur Carleone köyünü de bir sonraki gelişime bırakıyor ve geriye kalan iki günümde adanın insanlarını tanıyabilmek için sokaklarda yürümeye başlıyorum. Parklar ve duraklar insanlarla tanışabileceğiniz en ideal yerler. Bazıları çekingen, bazıları asabi, ama çoğu sıcakkanlı. Aynı dili konuşamasak da birbirimize bir şeyler anlatmaya çalışmanın ve birbirimizi anladığımızı düşünmenin tadı başka:)
Adadan ayrılırken tuhaf bir şekilde buraya tekrar geleceğimi biliyorum ve ünlü Alman edebiyatçı Goethe’nin, neden ‘Sicilya’yı görmeden İtalya’yı anlamak mümkün değildir’ dediğini gerçekten anlayabiliyorum..
26 Ekim 2010 Salı
Şafakta..
Dönsek mi bu aşkın şafağından,
Gitsek mi ekaalîm-i leyâle?
Bizden daha evvel erişenler,
Ağlar bugün, evvelki hayale...
Dönmek mi? Ne mümkün geri dönmek,
Düştüyse gönüller bu melâle?
Bir eldir ufuklardan uzanmış,
Zulmet bizi çekmekte visâle...
Ahmet Haşim.. hayatımın tüm kırılma noktalarında hep yanıbaşımda beliren melankolik. Yine belirsizlikler ve çatışmalarla dolmaya başlarken günlerim, hayatım; ne yapacağımı bilemeden, sadece kadere sığınıp beklerken, kulaklarımda yine bu dizeler ve sevgili Chopin. .
Hep kendimle gurur duyardım, hayatımla ilgili her seçim bana ait diye. İstemediğim hiçbir şey benimle kalamaz diye. Ama işte, şu anda karşımda duran gerçekler (!!) neden benim gerçeklerim değil. Neden söküp atamıyorum hayatımdan; ya da neden çekip gidemiyorum.
Kabullenmek..Bugünlerde benim için en zor olan şey.
Etrafımı saran yanlışlar, bakmaya mahkum bırakıldığım ve gün geçtikçe çirkinleşen yüzler..Kişisel gelişimimi tamamlamam için başa çıkmam gereken şeylermiş bunlar, öyle diyor sevgili yaşam koçları!! Belki de hepsi koskoca bir yalan. Harcanan bunca emek ve karşılığında kendimizden feragat ederek ödediğimiz bedel.
Mizanı tutturmak güç elbette. Hedefler ve sonuçlar, ve bunların arasında tükenen hayatlar..
Yine bir açmazın içinde bulmak istemiyorum kendimi.
Ama en azından sevdiklerimi yanımda tutabiliyorum; içimi ısıtan, ruhumu doyuran, hayatıma anlam katan.
Tüm zorluklara ve tüm tabulara rağmen..
Gitsek mi ekaalîm-i leyâle?
Bizden daha evvel erişenler,
Ağlar bugün, evvelki hayale...
Dönmek mi? Ne mümkün geri dönmek,
Düştüyse gönüller bu melâle?
Bir eldir ufuklardan uzanmış,
Zulmet bizi çekmekte visâle...
Ahmet Haşim.. hayatımın tüm kırılma noktalarında hep yanıbaşımda beliren melankolik. Yine belirsizlikler ve çatışmalarla dolmaya başlarken günlerim, hayatım; ne yapacağımı bilemeden, sadece kadere sığınıp beklerken, kulaklarımda yine bu dizeler ve sevgili Chopin. .
Hep kendimle gurur duyardım, hayatımla ilgili her seçim bana ait diye. İstemediğim hiçbir şey benimle kalamaz diye. Ama işte, şu anda karşımda duran gerçekler (!!) neden benim gerçeklerim değil. Neden söküp atamıyorum hayatımdan; ya da neden çekip gidemiyorum.
Kabullenmek..Bugünlerde benim için en zor olan şey.
Etrafımı saran yanlışlar, bakmaya mahkum bırakıldığım ve gün geçtikçe çirkinleşen yüzler..Kişisel gelişimimi tamamlamam için başa çıkmam gereken şeylermiş bunlar, öyle diyor sevgili yaşam koçları!! Belki de hepsi koskoca bir yalan. Harcanan bunca emek ve karşılığında kendimizden feragat ederek ödediğimiz bedel.
Mizanı tutturmak güç elbette. Hedefler ve sonuçlar, ve bunların arasında tükenen hayatlar..
Yine bir açmazın içinde bulmak istemiyorum kendimi.
Ama en azından sevdiklerimi yanımda tutabiliyorum; içimi ısıtan, ruhumu doyuran, hayatıma anlam katan.
Tüm zorluklara ve tüm tabulara rağmen..
25 Ekim 2010 Pazartesi
Charles Baudelaire'den Yaşam Dersleri..
• =Her zaman bir şair ol. Düzyazıda bile…
• =İnsan mutsuzdur belki, ama arzuyla kıvranan sanatçı mutludur!
• =Güneşler ki en derin denizlerde yıkanır.
• =Etrafımdaki insanlara ürkünçlük ve tedirginlik hissettirdiğimde yalnızlığı ele geçirmiş olacağım.
• =Hem bıçağım hem de yara/hem yanağım hem de tokat/hem kurbanım hem de cellat/ezen ve ezilen çarkta…
• =Sağlıklı bir adam yemek yemeden iki gün yaşayabilir ancak şiir olmadan asla…
• =Hiç sevmem çizgilerin bozduğu hareketi/gülemediğim gibi, sevmem ağlamayı da...
• =İçinde melankoli olmayan bir güzelliği kabul etmem çok zor.
• =Kralı gibiyim yağmurlu bir ülkenin/zengin, ama güçsüz, genç, yine de çok geçkin…
• =Bu yaşam her hastası yatak değiştirme saplantısına kapılmış bir hastanedir.
• =Bir sanatçı ancak iki niteliğini hiçbir biçimde göz ardı etmiyorsa sanatçıdır. Bu iki nitelik, aynı anda hem kendisi hem de bir başkası olabilme gücüdür.
• =Güzel ve soylu olan her şey, akıl ve hesap işidir.
• =Sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman/deniz aynandır senin, kendini seyredersin bakarken/akıp giden dalgaların ardından/sen de o kadar acı bir girdaba benzersin...
• =Ben nerede değilsem, orada iyi olacakmışım gibi gelir.
• =Gerçek bize kendini rüyalarda gösterir.
• =Kötü olan kendiliğinden, çaba gerektirmeden, doğal yollarla gerçekleşir. İyi olan ise her zaman bir sanat eseridir.
• =Hatırlamak, acı çekmenin farklı bir biçimidir.
• =Wagner'i severim, fakat tercih ettiğim müzik, kuyruğu pencereye sıkışan ve kurtulmak için pencere camını tırmalayan kedinin çıkardığı sestir.
• =Özgünlüğümüz, geçen zamanın hassasiyetimiz üzerinde bıraktığı izlerden ibarettir.
• =Dans, müzikte saklı olan tüm gizemi ortaya çıkarır ve insan olmanın değerini ifade eder. Dans, kolların ve bacakların şiiridir.
• =Perdelerin ardında olan ve hayatın açık ettiği her şeye yönelik doymak bilmez susuzluk, ölümsüzlüğümüzün yaşayan kanıtıdır.
• =Dünya, yanlış anlamalar üzerine döner.
• =Kadınlarla en iyi geçinen erkekler, onlar olmadan gayet iyi yaşayanlardır.
• =Her zaman sarhoş olmalı. Her şey bunda. Tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken zamanın korkunç ağırlığını duymamak için, durmamacasına sarhoş olmalısınız. Ama neyle? Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun...
• =Saygıya değer üç varlık var: Rahip, savaşçı ve ozan. Bilmek, öldürmek ve yaratmak… Öteki insanlar angaryacı sürüsüdür, ahır için yaratılmıştır, meslek denilen şeyleri uygulamak için…
• =İnsan mutsuzdur belki, ama arzuyla kıvranan sanatçı mutludur!
• =Güneşler ki en derin denizlerde yıkanır.
• =Etrafımdaki insanlara ürkünçlük ve tedirginlik hissettirdiğimde yalnızlığı ele geçirmiş olacağım.
• =Hem bıçağım hem de yara/hem yanağım hem de tokat/hem kurbanım hem de cellat/ezen ve ezilen çarkta…
• =Sağlıklı bir adam yemek yemeden iki gün yaşayabilir ancak şiir olmadan asla…
• =Hiç sevmem çizgilerin bozduğu hareketi/gülemediğim gibi, sevmem ağlamayı da...
• =İçinde melankoli olmayan bir güzelliği kabul etmem çok zor.
• =Kralı gibiyim yağmurlu bir ülkenin/zengin, ama güçsüz, genç, yine de çok geçkin…
• =Bu yaşam her hastası yatak değiştirme saplantısına kapılmış bir hastanedir.
• =Bir sanatçı ancak iki niteliğini hiçbir biçimde göz ardı etmiyorsa sanatçıdır. Bu iki nitelik, aynı anda hem kendisi hem de bir başkası olabilme gücüdür.
• =Güzel ve soylu olan her şey, akıl ve hesap işidir.
• =Sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman/deniz aynandır senin, kendini seyredersin bakarken/akıp giden dalgaların ardından/sen de o kadar acı bir girdaba benzersin...
• =Ben nerede değilsem, orada iyi olacakmışım gibi gelir.
• =Gerçek bize kendini rüyalarda gösterir.
• =Kötü olan kendiliğinden, çaba gerektirmeden, doğal yollarla gerçekleşir. İyi olan ise her zaman bir sanat eseridir.
• =Hatırlamak, acı çekmenin farklı bir biçimidir.
• =Wagner'i severim, fakat tercih ettiğim müzik, kuyruğu pencereye sıkışan ve kurtulmak için pencere camını tırmalayan kedinin çıkardığı sestir.
• =Özgünlüğümüz, geçen zamanın hassasiyetimiz üzerinde bıraktığı izlerden ibarettir.
• =Dans, müzikte saklı olan tüm gizemi ortaya çıkarır ve insan olmanın değerini ifade eder. Dans, kolların ve bacakların şiiridir.
• =Perdelerin ardında olan ve hayatın açık ettiği her şeye yönelik doymak bilmez susuzluk, ölümsüzlüğümüzün yaşayan kanıtıdır.
• =Dünya, yanlış anlamalar üzerine döner.
• =Kadınlarla en iyi geçinen erkekler, onlar olmadan gayet iyi yaşayanlardır.
• =Her zaman sarhoş olmalı. Her şey bunda. Tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken zamanın korkunç ağırlığını duymamak için, durmamacasına sarhoş olmalısınız. Ama neyle? Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun...
• =Saygıya değer üç varlık var: Rahip, savaşçı ve ozan. Bilmek, öldürmek ve yaratmak… Öteki insanlar angaryacı sürüsüdür, ahır için yaratılmıştır, meslek denilen şeyleri uygulamak için…
24 Ekim 2010 Pazar
eski aşklarım:)
Nermin Bezmen'den sonra tekrar alevlenen klasik müzik aşkımı dindirmek için haftasonu soluğu doğruca D&R'da aldım. Klasik müzik standında neredeyse saatlerce kendimi kaybettikten sonra cd'lerimi aldım ve arabama biner binmez sırayla hepsini dinlemeye başladım. Birisi bitmeden diğerine olan iştahım kabardığı için cd'ler arasında dolaştım durdum. Çocukken her Pazar saat 12:00'de TRT'de başlayan 'Pazar Konseri' evde hemen herkesin ilgisizliğine rağmen benim için daima bir şölen havasında geçerdi. Salonun kapılarını ve perdeleri sıkıca kapadıktan sonra televizyonun sesini açar ve klasik müzik eşliğinde gözlerim kapalı durmaksızın dans ederken, aynı zamanda nasıl bu kadar sınırsızca üretebildiğime kendim de şaşırdığım hayallerimin içinde gezinir, bambaşka dünyalarda, bambaşka kişiler olarak yeni maceralara atılırdım. Günlük yaşamın gelgitleri ve telaşları arasında zamanla derinlere gömülen hayallerim okuduğum kitabın da yardımıyla birdenbire tekrar ortaya çıkıverdi. Ve ben de iki gündür bu hayallerimin ve bu güzel müziklerin tadını çıkarıyorum:)
Hatta o kadar ki bugün yine kendimi D&R'da buldum. Vivaldi'nin Four Seasons albümünü ararken karşıma bir anda yine çocukluğumun vazgeçilmezlerinden 'Laurel&Hardy' çıktı. Tabi hemen onları da kaptım. Veeee bu haftayı tamamen aldıklarımın keyfini çıkarmak için ayırıyorum:)))
28 Ağustos 2010 Cumartesi
4 Ağustos 2010 Çarşamba
gitmek..
içimde bitmek tükenmek bilmeyen bir ateş gibi yanan bu arzu..
sadece gitmek ve ait olmamak hiçbir yere.
bozkırın ortasında, öylece oturup, sessizliğin içinde tüm sesleri duyabilmek.
ve arınmak..
sadece gitmek ve ait olmamak hiçbir yere.
bozkırın ortasında, öylece oturup, sessizliğin içinde tüm sesleri duyabilmek.
ve arınmak..
özlem
bazen seni özlemek güzel
tenim ürperiyor birden,
kulağıma nefesinin ılık rüzgarı çarpıyor
bazen de yokluğun içime işliyor
tenimi yakıp kavuruyor..
tenim ürperiyor birden,
kulağıma nefesinin ılık rüzgarı çarpıyor
bazen de yokluğun içime işliyor
tenimi yakıp kavuruyor..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)